19 NUMARALI KOLTUK

1. Basım
Kasım 2011
Avrupa Yakası Yayınları
400 sayfa
11 Gerilim öyküsü
HAKKINDA...

İnsanların en basit korkularından ve gerçekliğinden yola çıkan, 11 kısa öykünün bir araya geldiği "19 Numaralı Koltuk" isimli son kitabım; ilk iki kitabım "Heyula" ile "Satranç ve Şövalye"den farklı olarak, günlük hayatta karşılaşabileceğimiz gerçekliği ve içinde barındırdığı gizemli korkuları irdelemiştir.

Her ne kadar bazı hikâyelerim, ilk iki kitabımdakilere benzer gerçeküstü olayların tadını hatırlatsa da genel olarak; yaşamın kıyısında nefes alan hikâyelerimde, soğuk, karanlık, yalnız ve gerçek hayattan kesitlere rastlayacaksınız.

Her öyküde kendinize ait mutlaka bir şeyler bulacağınız, cesaretinizle mantığınız arasında size gelgitler yaşatacak gerilim tarzı hikâyelerimin yer aldığı bu son kitabımda, kendinizi başkarakterin koltuğunda bulacak ve gerçekliğin gün gibi açık olduğu bir karmaşanın içinde, dayanma gücünüzün sınırlarını öğreneceksiniz.

Vampir ve kurt adam efsanelerinin artık bayağılaşarak tüm dünyayı esaret altına aldığı toplumumuzda, günlük yaşam gerçeğinin karanlık ve soğuk yüzünü size tekrar hatırlatacağım.

19 Numaralı Koltuk'ta yer alan hikâyeleri belki zaman içinde unutacaksınız. Ancak gündelik hayatın hareketliliğinde kim bilir, ıssız bir sokakta çocuğunuzun ellerini sıkı sıkı tutarak koşar adımla yürürken o karanlık köşede ya da sizi sıkı sıkı saran kalın yorganınızın altında en masum halinizle mışıl mışıl uyurken, soğuk ve keskin çeliğin acısını boynunuzda hissederek uyandığınızda, ben geleceğim aklınıza.  Ve sessiz üç kelime dudaklarımda;

"Asıl gerçeklerden kork!"
TANITIM VİDEOSU

Erol ÇELİK, üçüncü kitabı "19 numaralı koltuk" ile yaşama ve ölüme bir arada hükmetmenin karanlığı ve kararlılığı içinde daha soğuk, daha ürkütücü ve hala sürükleyici yeni hikâyeleri ile avuçlarınızın arasında.

Gerçeklerle yüzleşmeye ne kadar hazırsınız?



"Heyula", "Satranç ve Şövalye" kitaplarının yazarından gerçek yaşamın içinden alınmış karanlık, soğuk ve gerilim dolu 11 yeni öykü…

Kendinizi ansızın içinde bulacağınız her sürükleyici hikâye ile ölümün o soluk kesici tadı yavaşça benliğinizi ele geçirecek…

Eğer bu dünyaya ait olmayan bir tat arıyorsanız ya da o tadın bu dünyaya ait olmadığını zannediyorsanız,  yaşamı ve ölümü aynı anda arzuluyorsanız, bu meçhule giden yolculukta siz de kendinize bir koltuk kapın…

…    olanca kudreti ile gerilerek kafasını bir hamlede adamın burun kemiğine gömmüştü. Çıkan kemik sesi ve etrafa fışkıran kan, kenarda yanan mangalda dans eden alevlere bir ritim katmaya çalışıyormuşçasına coşkuluydu. O andan itibaren her şey çok çabuk gelişti.                                                  
                                                                                      -Derinlik Sarhoşluğu-


Erol ÇELİK, üçüncü kitabı "19 numaralı koltuk" ile yaşama ve ölüme bir arada hükmetmenin karanlığı ve kararlılığı içinde daha soğuk, daha ürkütücü ve hala sürükleyici yeni hikâyeleri ile avuçlarınızın arasında.

Gerçeklerle yüzleşmeye ne kadar hazırsınız?

"Korkmayın. Ne de olsa her canlı bir gün ölümü tadacak."

"Peki, kaçı yaşamın tadına varacak?"

"Heyula", "Satranç ve Şövalye" kitaplarının yazarından.

ARKA KAPAK...

Arka kapıyı açtı ve iki çıplak vücuda baktı. Kızların yüzünde hiçbir utanma, hiçbir kutsallık, hiçbir amaç yoktu. Bunlar için bir adam öldürdüğüne inanamayarak araçtan içeri girdi.
(Yeşil Yılan)

Çöken moralinin, bozulan ruh halinin ve kaybettiği ayağının neresi hayattı? Aklındaki tek şey, ömrünün bundan sonraki sınavıyla ilgiliydi.
(Bu Sefer Sınavı Kaybetme)

Sorgusuz, bir silah temin edildi. Volkan Hasanoğlu öyküsünü bitirdi ve teslim etti. Dört bini aşkın ayrı ordu, darbe girişiminde bulundu. Çok kan döküldü.
(Darbe)

Hangi koltukta uyanacağına aldırmadı. Hiçbir hayat, şu an yaşadığı hayattan daha kötü olamazdı. Annesinin yanında ölmek bile.
(19 Numaralı Koltuk)

Levrek ona gülüyor gibiydi. Havası bitti, canı feci yanıyordu ama kendini rahatlamış hissetti. Rahatlamış, mutlu ve hafif.
(Derinlik Sarhoşluğu)

Özür dilerim aşkım...
Ölüm kısa bir ayrılıktır...
Seni orada mutlu bir hayatta bekliyorum...
Şimdilik hoşça kal...
(Ölüm Kısa Bir Ayrılıktır)

( Heyula ), ( Satranç Ve Şövalye ) kitaplarının yazarından.
İÇİNDEKİLER


Darbe.......................................7

Karanlık Pencere.......................33

19 Numaralı Koltuk....................61

Aydınlık Avcıları.......................145

Bu Sefer Sınavı Kaybetme........187

Derinlik Sarhoşluğu.................217

Cennete Açılan Çiçekler...........263

Korkak...................................285

Ölüm Kısa Bir Ayrılıktır ............329

Yeşil Yılan...............................339

Aptal Kral...............................381
NTV GECE GÜNDÜZ PROGRAMI
TV8 TANITIMI
NTV GECE BÜLTENİ

KİTAPTAKİ ÖYKÜLERİN TANITIMLARI

         19 NUMARALI KOLTUK

         
           Hangi koltukta uyanacağına aldırmadı. Hiçbir hayat, şu an yaşadığı hayattan daha kötü olamazdı. Annesinin yanında ölmek bile. O yüzden uyuyacak ve dinlenecekti.

            Eğer kadere inanıyorsanız, ona boyun eğmişseniz, zaten yapacak bir şey yoktur. 19 numaralı koltukta yolculuk yapmak bir kaderse, o kaderin karanlık bir oyunu olacaktır.

            Yiğit bu anı hatırladı. Olacağını biliyordu. Hemen yanındaki koltuğa baktı. Yaşlı bir kadın sağ elini ona uzatmış, korkuyla gözlerini kapatmıştı. Sağ eli sanki onu koruyacakmış gibi çabalıyor, diğeriyle dengesini kurmak için tutunacak yer arıyordu.
            "Anne merak etme, ölmeyeceksin."
            Annesi gözlerini açtı ve oğluna baktı. Onun söylediklerini duymuştu.

            Şehirlerarası bir otobüs, gizemli bir kız, sahip olmadığı daha doğmamış bir bebek, sohbet için can atan bir yol arkadaşı Yiğit'in hayatına hızla girmiş olsa da, bir otobüs kazası kaç sefer yaşanır.
Bir bebek ağlaması mıdır gerçek olan, yoksa annesinin yanında ölmek mi?

            Bunun cevabını kaderden başkası veremez.

            Otobüs son taklayı atıp yere çarptığında, Yiğit'in yanındaki dev cam patladı ve kırılan parçalardan birinde kendini gördü.

           APTAL KRAL

            Dizlerinin üzerine çöktü ve alt dudağını ısırarak beynindeki mutluluk dalgalarının keyfini çıkardı. Gözlerini yummuş, başparmağı diğer parmaklarının altında sıkılı vaziyette çöktüğü yerde kalakalmıştı. Şu an hiçbir şey önemli değildi.
            Yaşam bile.

            Bir insanın akli dengesi ne kadar bozuk olabilir? Kurduğu dünyanın gerçekliğine ne kadar inanabilir? İnandığı gerçekler için neler yapabilir?

            "Buraya gel."
            Artık tamamen arınmıştı.
            "Kendi dünyana hoş geldin."
            Mutluluk, sıcak dalgalar gibi hücum ediyordu.
            "Sen bu dünyanın kralısın."
            Kralıyım tabii.

            Karanlık sokak araları, rüyalarında aldığı görevler, dünyada hiç kimsenin yaşayamayacağı mükâfatlar. O kendi dünyasının kralıydı ama sonunda aptallık etti.

            Önündeki karanlık açmaya başlayınca içindeki heyecan da arttı. Korku ya da her hangi bir şey hissetmiyordu.
Sadece merak.
            "Bazı insanların önüne krallık sunulur ve onlar aptallıklarından bu krallıkları teperler. Sen de aptal bir kralsın. Hem de en aptalı."

          AYDINLIK AVCILARI

           "Şöyle düşün, bizler düş üretmekle cezalandırıldık ama onları yaşayarak ödüllendirildik."

            Bilimkurgu ve fantastik bir öyküde nefes alan Aydınlık Avcısı iki genç kız. Son görevlerini bitirince aydınlığa kavuşmanın sevinci içindeler. Ama nefret peşlerini bırakmaz.

            "Ne oldu, gerçekler size çok mu basit geldi?" Beyaz elbiseli ve beyaz saçlı adam onlara gülümseyerek akıllarını iyice karıştırdı.

            Aydınlık Avcıları son görevlerini bizzat patrondan alırlar. Onlar güveni temsil eden duygudurlar. Eğer son görevleri güven duygusunu korumaksa nefreti yok etmek zorundadırlar.

            "Ben ne düşleyeceğim peki?"
            "Aydınlığa bakınca ne gördün?"
            Çilli başını eğerek gülümsedi. Mutluluk yüzünün her yerine yayıldı.
            "Bak, düşlemeye başladın bile. Şunu sakın unutma, biz diğer herkesten daha şanslıyız. Çünkü özgürüz. İstediğimiz her şeyi düşleyebilir ve tadını çıkartabiliriz. Sende düşle güzel kız. Rüyaların tadını çıkart."


          BU SEFER SINAVI KAYBETME

           Çöken moralinin, bozulan ruh halinin ve kaybettiği ayağının neresi hayattı? Aklındaki tek şey, ömrünün bundan sonraki sınavıyla ilgiliydi.

            Ağzına kadar insan dolu bir banliyö treninin hiçbir tarafı tuhaf değildir ama yolculuk yapan onca insanın hepsinin uyuyor olması bir kâbusun içinde olduğunun kanıtıdır. Neden bütün yolcular uyusun ki?

            Suçlu kendisi miydi gerçekten? O çığlığı atmasa, tren kaza yapmayacak mıydı acaba? Yoksa bu zaten yazılmış kaderin sahnelenmiş hali miydi? Peki, bu yaşananlar gerçekse, onca insan onun yüzünden öldüyse, bunun hesabını kim verecekti?

            Şamil, Levent-Taksim metrosunun kalabalık ama yalnız peronlarından birinde rastladı fantezilerini süsleyen kıza. Sohbetlerinin arasında rüyalarında bile yaşayamayacağı bir davette bulundu kız. Oysa gerçek olan kız mıydı yoksa biraz önce indiği trenin korkunç bir kaza yapması mı?

            Bir yıl sonra, protez ayağına iyice alışmış, uzun süredir tekrar metroya biner olmuştu. O akşamüstü yine Levent metrosunda bekliyorken Begüm'ü gördü. Kız ona acıyarak yanına yaklaşmış, bütün sevecenliğiyle gülümsemişti.
            "Nasılsın Şamil?"
            "İyiyim Begüm. Hayat devam ediyor."

       CENNETE AÇILAN ÇİÇEKLER 

            "Alt benlikte bulunan, arzu veya saldırganlık gibi duygular şiddetlenerek benliğe baskı yapar, benlik güçsüz olursa doyum sağlanamaz ve alt benlikle benlik arasında bir çatışma çıkar, buna anksiyete denir."

            Anksiyete hastası bir adamın, tedavi olmak için gittiği psikiyatri doktoruyla bir seans süren diyaloglarını anlatan bu kısa öykü, arızalı bir beynin ürettiği aşkı sorgular.

           "Hayır, sen sadece bir dürtü değilsin, sen benim cennete açılan çiçeklerimsin. İnanmıyorsan o resme tekrar bak ve oradaki yıldızların birer çiçek olduğunu gör. Hemen şimdi yap bunu."

            Aşk, tek bir seansa sığmaz. Duvarlarda asılı tablolar ve ortamı büyüleyen parfüm kokusu bile bunu başaramaz. Kaygıyı yenemezsen aşka sahip olamazsın.

           "Sen Fransa'daki o kafedesin zaten."
            "Ne demek şimdi bu?"
            Yavuz eliyle kalbinin üzerini ovuşturdu ve derin soluklar almaya başladı.
            "Bak, beni tam iyileştirmişken tekrar hasta ediyorsun. Victor Hugo haklı, asla hayallerimizin hepsini gerçekleştiremeyiz."

       DARBE

          "Burada tam olarak ne yapıyorsunuz?"
            "Bizler yönetimin yasakladığı kitapları okuyor ve onları hayata nasıl geçireceğimize bakıyoruz."

            Yıl 2078, insanların eğlence hayatı değişmiş. Okudukları karakterlerin kahramanlarının yerine geçerek öyküyü gerçek hayatta yaşamaya çalışıyorlar. Bir grup direnişçi popüler bir yazardan son bir öykü yazmasını istiyorlar. Bu öyküyle hükümeti devirmeye çalışacaklar.

           "Ah, bu alçak gönüllülüğünüzün önünde eğilmekten gocunmuyorum. Şu an dışarıda yazdığınız Kemal karakterini oynamaya başlayan kaç kişi var, bir bilseniz."

            Yazar öyle bir öykü yazmalıdır ki, dışarıdaki yüzlerce direnişçinin her biri öyküdeki karakter olup, kendine bir ordu kurmalıdır. Böylelikle yönetimin karşısına yüzlerce orduyla çıkmalıdır.

            Sorgusuz, bir silah temin edildi.
            Volkan Hasanoğlu öyküsünü bitirdi ve teslim etti. Dört bini aşkın ayrı ordu, darbe girişiminde bulundu. Çok kan döküldü. Hükümet darbe girişimine boyun eğmedi ama çok yıprandı. Tarih kitapları yeniden yazılmaya başlandı, ilk yazdıkları olay bu savaş olacaktı. Dört binden fazla mensubu olan, dört binden fazla orduyla savaşan bir devletin çaresizliğini yazacaklardı.

        DERİNLİK SARHOŞLUĞU

            Levrek ona gülüyor gibiydi. Havası bitti, canı feci yanıyordu ama kendini rahatlamış hissetti. Rahatlamış, mutlu ve hafif.

            Tüpsüz dalış yapan üç gencin, derinlik sarhoşluğuyla tanışmasının öyküsü. Kuralları bazen katı uygulayanlar bile çiğner. Bunun bedelini ödeyeceğini bildiği halde.

            Eğer seçeneği varsa, böbreğine yediği bıçak hamlesi sonucu değil de, gümüşi bir atmosferde, iri bir levreğin peşinde ölmeyi yeğlerdi.
            Semih Koçak, nerede uyanacağını bilmeden, tekrar kendinden geçti.

            Anıların oluşması, onların efsaneleşmesinden kolay olmuştur her zaman.

            Dalmadan zıpkınını kurdu ve derin bir soluk alarak suya daldı.
            Soğuk su kafasındaki tüm alkolün etkisini silmişti ve yorgunluğunu almıştı. En önemlisi, kalbine dolan adrenalin her şeyi yaşanılır hale getirmişti.

       KARANLIK PENCERE

            Emin, on dakikadır pencerenin arkasından karşıdaki boş daireyi gözetliyordu. Son iki dakikadır, bir hareketlenme olmuştu evde. Beklediği bir hareketlenme. El fenerleri duvarlarda dolaşıyor, iki adam evi araştırıyordu. Onların polis olduklarını biliyordu ama ne bulabildiklerini bilmiyordu.

            "İnsanın en büyük düşmanı kendisidir."
            Psikolojisi bozulmuş bir gencin, kendini beğenmiş sevgilisiyle yaşadığı sorunlar, yaşadığı evin karşısındaki binada boş bir daire ve o karanlık dairede dolaşan başka bir adam. Şizofreninin insana nasıl sokulacağını kimse bilemez. Öykünün baş kahramanı, karşı pencerede şüpheli hareketlerle dolaşan adamı önceleri eğlenceli bulur ve bu eğlenceye kız arkadaşını da dahil etmek ister. Kız arkadaşı bu eğlenceye katılmak istemeyince hayatın rengi değişmeye başlar.

            Karanlık penceredeki adam Emin'in bulunduğu pencereye doğru baktı. Onun da yüzünde mutlu bir ifade vardı. Sanki yaptığının haklılığını Emin'e gösteriyormuş gibi gülümsüyor, 'burada olmak isterdin değil mi?' der gibi, dimdik duruyordu.


            Karşı pencerede dolaşan adam kahramanımıza kız arkadaşını unutturur. Çünkü o pencerenin ardında kendini ilgilendiren bir şeyler vardır.


            Polisler iki binanın arasındaki yolu tamamen doldurmuşlardı. Emin, elleri kelepçeli bir şekilde kendi binasından çıkmaya başladığında, bütün bakışlar onun üzerine döndü. Polisler gencin yanına uçuştular. Emin, yanındaki polislere aldırmadan başını kaldırıp karşı binadaki karanlık pencereye baktı.


       KORKAK

            Şimdi daha iyi anlıyordum, kadında beni rahatsız eden tek şey başörtüsünün rengiymiş. Siyah başörtüsü ölümü hatırlatmıştı bana ve beni huzursuz etmişti.

            Bir çocukluk anısı, insanın hayatını nasıl değiştirir? Eğer kalıcı bir etki bıraktıysa kimse o anıdan kurtulamaz.

            Mezarlığın camiyle birleştiği yerden girmedik, onun yerine mezarlığın arkasını dolaştık. Oyunumuzun anlaşılmasını istemediğimiz için, mezarlığın içinden geçmek zorunda kalmıştık. Yanımızda bir hortlak bozmasıyla, gecenin bir yarısında mezarlıkta dolaşmak pek akıl karı olmasa da, korku bize eğlenceli gelmeye başlamıştı. En azından ben öyle hissediyordum.

            Nazara inanır mısınız? İnanmasanız da, bu öyküdeki olayların gerçekle bir bağı var.

            Birkaç dakika sonra köyün yarısı caminin önündeydi. Olayda zarar görmeyen bir tek Savaş ve ben vardık ama asıl olan Ertan'a olmuştu. Çocuk yerde katılaşmış bir şekilde yatıyordu. Öldüğünü zannediyordum, ölmemiş olsa bile, artık sağlıklı bir şekilde yaşayamayacağına emindim. Atanur'un sol kolu, Tarkan'ın sağ kolu, bir çeşit felç geçirmişti. Özcan'da fazla bir şey yok görünüyordu ama onunda tedavisi aylar sürecekti.

       ÖLÜM KISA BİR AYRILIKTIR

            Bu yazdıklarım bir özür mektubu değil, aksine ne kadar aptal olduğumu ve bunu ne kadar geç fark ettiğimi açıklayan bir mektuptur. Sonuna kadar okuduğunda bunu daha iyi anlayacaksın.

            Bu öykü ilk bakışta bir aşk mektubu gibi gelir insana ama ilerledikçe korkunç bir gerçeğin itirafını, çaresiz bir adamın kaleminden okursunuz. Öykünün ismiyle, aşkın çelişkisi birbiriyle uyuşmaz.

            Özür dilerim aşkım...
            Ölüm kısa bir ayrılıktır...
            Seni orada mutlu bir hayatta bekliyorum...
            Şimdilik hoşça kal...

            Kansere yakalanan eşinin ardından yakılan bu ağıtın içinde, ölümün bir kurtuluş, bir kendini af ettirme gerçeğine tanık olacaksınız.

            Sonunda, geçte olsa buldum.
            Sen lanetli değildin aşkım, lanetli olan bendim.
            Eğer lanetli olan sen olsaydın, o Allah'ın belası kansere yakalanan ben olurdum ve ben ölümü beklerdim.

       YEŞİL YILAN

            Arka kapıyı açtı ve iki çıplak vücuda baktı. Kızların yüzünde hiçbir utanma, hiçbir kutsallık, hiçbir amaç yoktu. Bunlar için bir adam öldürdüğüne inanamayarak araçtan içeri girdi.

            İnsan hayallerinin, arzularının ve ideallerinin tutkunudur. Tutkunu olmalıdır da. Bu uğurda eline geçen fırsatı değerlendirir. Değerlendirmelidir de. Peki, bunun sonucuna katlanabilir mi? İşte bu soru çok ağır gelir insana.

            O yolculuğun sonunda arabaya bir isim takmıştı. Yeşil Yılan. Daha sonraları şirkete işi düştüğünde Yeşil Yılanı görmek için garaja inerdi.
            Şimdi yine aynı arabayla uzun bir yola çıkma fikri ve yaşayabileceği güzel dakikaları düşündükçe, çıldıracak gibi oluyordu.
            Yeşil Yılan hayallerindeki arabaydı. İki genç kızla birlikte olmayı arzuluyordu. Maceranın doruklarında hayatın ne kadar acımasız olduğunu öğrendi.

            Yetkin'i yakalamaları, bir soluk alma mesafesine kadar düştüğü zaman, Yetkin çantasından silahını çıkarttı ve havaya bir el ateş etti.
            Hayat bir saniye durdu.


.
DOKÜMAN