AĞLATAN


1. Basım
Ocak 2014
Avrupa Yakası Yayınları
380 sayfa
Roman
HAKKINDA...

Çorak toprakların ortasında yemyeşil bir köy.
Etrafında hiç deniz bulunmayan ama içinde deniz feneri bulunan bir köy.
Ağlayarak tedavi olan köylüler.
Deniz fenerine mahkum yaşlı bir kadın.
Karakterleri birbirlerinden çok farklı bir sürü ayyaş.
Topal bir hancı.
Asla sönmemesi gereken ışık.
Ruhları kararmış adamlar.
Yolu yanlışlıkla bu köye düşen bir gazeteci.
Gerçekleri öğrenmek isterken, gerçek olmasını istediği olaylara sürüklenen bir gazeteci.
Genç bir kızın kaderinde yaşamak isteyen ama gerçeği kaybeden bir gazeteci.

“Her şey gerçek olmasını istediğin şeyle ilgilidir,” diyen yaşlı bir ayyaşın ve dokunduğu kişileri, ağlatarak rahatlatan yaşlı bir kadının dünyasına düşen bir gazetecinin öyküsüdür bu.
Kendisini, gerçek olmasını istediği bir dünyanın içinde bulan, hayallerindeki kadından bile güzel bir kızla karşılaşan bir gazetecinin öyküsünü anlatıyor, Ağlatan.

Dev bir avcının elindeki fenerle aydınlanan bir köyde hapsolmak mı, yoksa buradan çıkmamak için çırpınmak mı, ilginç olan?
TANITIM VİDEOSU
TANITIM VİDEOSU
Erol Çelik son romanı Ağlatan’da sizi fantastik ama tamamen gerçek bir dünyanın ortasına itiyor. Öyle bir yer geliyor ki, insanları dokunuşuyla ağlatan bir kadına inanıp inanmadığınızı düşünmekten daha çok, o kadının size dokunup dokunmak istemediğini düşüneceksiniz. Öyle bir yere gelecek ki tetiği çekip çekmemek sizin insiyatifinizde zannedeceksiniz. Ve sonunda nerde uyanmak istediğinize siz karar vermek isteyeceksiniz.

HER ŞEY, GERÇEK OLMASINI İSTEDİĞİN ŞEYLE İLGİLİDİR...

Bu yüzden, merak edersin ve merakının peşinde koşasın...

Bu yüzden, inanmak istediğin öyküyü yaşamak istersin...

Bu yüzden, kendin hayal etmişçesine o öykünün içinde olmak istersin...

Bu yüzden, sadece öykülerde olur zannettiğin bir aşk yaşamak istersin...

Bu yüzden, bir cadı masalına inanırsın...

Bu yüzden, hiç deniz olmayan bir yerde, deniz feneri öyküsüne inanırsın...

Bu yüzden, ağlamamak için çırpınırsın...

Her şey, gerçek olmasını istediğin şeyle ilgilidir...
YAZARDAN...

   1996 yılında bir öykü yaşamak istedim. Gerçek olmasını istediğim bir öykü. Kendim hayal edip, o öykünün içinde olmak istedim. Bu yüzden merak ettim ve merakımın peşinden koştum. İnanmadığım ama inanmak istediğim bir öykü olsun istedim. Bu yüzden hiç tanımadığım bir dünyada, hiç tanımadığım insanların yanında olmak, onların aldığı soluğu hissetmek, onların inandıkları şeyleri kabullenmek istedim.
          Bu yüzden o öykünün kahramanı oldum. O kahraman, benim gibi düşünsün istedim. Ona sadece öykülerde olur zannettiği bir aşk yaşatmak istedim. Bir cadı masalına inanmasını, o cadının köylülere yaptığı kötülükleri yaşamasını istedim. Hatta kibrinin kurbanı olup, kendini cadıdan üstün görmesini, köylülere yardım etmesini istedim.
          Hiç deniz olmayan bir yerde, deniz feneri öyküsüne inanmasını istedim. Hiçbir şey elinde olmasa da, sahiplenmesini, sanki aklında ürettiği bir dünyadaymış gibi yaşamasını istedim.
          "Her şey gerçek olmasını istediğin şeyle ilgilidir," diyen yaşlı bir adamın sarhoş gözlerinde, onun anlattığı öyküyü gerçeğe çevirmesini istedim. O öyküyü gerçeğe çevirip çevirmeyeceğinin sürüncemesini yaşamasını istedim.
          Gerçek olan, yaşlı adamın anlattığı öykü olmasa da, o öykünün kahramanı olmak istedim. Bunu yapabileceğime inandığım an, Ağlatan'la yüzleşmeye hazır olduğum andı.
          Bu yüzden, ağlamamak için çırpınmaya hazırdım.
          Bu öykünün kahramanı kim diye sordum kendime?
          Bu öykünün kahramanı, Ağlatan'ın kudretini kıskanıp, onu, kibriyle yok edebilir miydi? Ağlatan'ın bir kadın olduğunu anladığı an, bu mücadeleye aşkı için girdiği an, sonuçlarına katlanabilir miydi?
          Ne kadar uğraşsa da, gerçek olmasını istediği bir öykünün kahramanı olabilir miydi?
          Bunu öğrenmek bile, beni o öyküyü yaşamaya zorladı.
          Bu yüzden, yaşlı bir kadının dokunuşunda ağlamak bana cazip geldi.
          Beyaz bir deniz fenerinin gölgesindeki kızın çığlığını duyduğum an, neyin gerçek, neyin hayal olduğunu öğrenmek istedim. Her attığım adımda, mistik bir öyküyü kucaklamak istedim.
          O zaman bu öykünün kahramanı olmalıydım.
          Oldum da.
          İşte o zaman, gerçek olmasını istediğim o mistik öykünün lanetini soluduğumu fark ettim. Fotoğraf makinesindeki donuk bir kare olarak yaşamayı kabul ettim.
          Bu yüzden son sözü koymak istedim ama son sözü bulamadım. Onun peşinden koştum. Gerçek olmasını istediğim öykümün peşinden.

          Ağlatan der ki, "gerçekler gözyaşlarınızla yıkanabilir."

          Bence, bu öykü boyunca kimsenin sizin başınıza dokunmasına izin vermeyin.

Erol Çelik…

ARKA KAPAK...

Fenerin ışığı söndüğünde, lanet köyü sarar.

Cadı dokundu, kara adamlar ağlamaya başladı.

Buradaki hiçbir kötülük sahipsiz değildir.

Kan ve barut kokuyordu ağlayan meyhanenin içi.

Bir cadı ölür, yeni bir cadı doğar,  bunu hiç kimse engelleyemez.

Ağlamak, öfkelenmekten daha ucuz olmalıydı.

Bir kadın yalvarıyorsa, korktuğu için yalvarır ve akıllı bir erkek, hiçbir şeyden korkmaz.  


"Heyula, Satranç Ve Şövalye, 19 Numaralı Koltuk" kitaplarının yazarından...
DOKÜMAN